Aşk , sevgi ve bağlanma üzerine

Aşk , sevgi ve bağlanma üzerine

         Neden aşık oluyoruz? Aşk, sevgi, hoşlanmak aynı şeyler mi? Neden önümüze çıkan her kişiden hoşlanmıyoruz, ya da bağlanmıyoruz?

         İşte bu yazımızda tüm bu sorulara yanıt bulmaya çalışacağız.

        Bütün canlılar hayatta kalmak ve üremek üzerine kurulu bir genetik yapıya sahiptirler; en karmaşık hayvan türlerinden, en basit yapılı bakterilere kadar...

         Aşk ya da hoşlanma dediğimiz duygu, tüm diğer duygular ve bedensel olaylar gibi nöral (sinirsel) ve hormonal yolaklar aracılığıyla açıklanabilen biyokimyasal bir süreçten ibarettir.      Aşk ; bireyin kendi cinsel yönelimi dahilinde, ilgi duyduğu cinsiyete karşı yoğun sevgi duyma halidir. Tanımdan da anlayabileceğimiz gibi aşk, erkekle dişiler arasında olmak zorunda olan bir duygu değildir.

         Aşk, söylenegeldiği gibi kesinlikle kalp ile ilgili bir duygu değildir. Diğer bütün duygular gibi, sadece ve sadece "beyinde" meydana gelmektedir. Her duygu beyinde üretilir, beyinde algılanır, beyinde sonlanır. Yani aşk veya hoşlanma dediğimiz şey, beyinde başlar ve beyinde biter.     

         Beyinde olan bu süreçler diğer organları da etkileyebilir. Örneğin birinden hoşlandığımızda kalbimiz hızlanır, terleriz, göz bebeklerimiz büyür, koltuk altlarımızdan ve cinsel organımızdan etrafa, ter kokumuz ile karışacak şekilde düşük miktarda koku hormonları (feromonlar) saçmaya başlarız. Bunların miktarı, etkilendiğiniz kişinin çevresinde kalmayı sürdürdüğünüz müddetçe gidere artar. Bu sırada iştahımız kapanır ve midemiz ile bağırsaklarımız daha yavaş çalışmaya başlar, ağzımız kurur. Çünkü vücut hayatta kalmaya yönelik fonksiyonlardan, üremeye (sekse) yönelik fonksiyonlara yönelir. Erkekseniz penisiniz sertleşir, dişiyseniz vajinanız ıslanır ve kabarır. Bu yolda, hayatta kalma veya üreme başarısını arttıracak her unsur ve yöntem, bir avantaj olacak, bu sebeple doğal süreçler içerisine seçilecektir. İşte aşk da, cinselliği sağlaması ve garanti altına alması açısından önemli bir unsurdur. Çünkü aşk, bireylerin birbirini anlaması ve birbirine bağlanması için çok güçlü bir hormonal unsurdur ve bu sayede, duygusal birliktelikten doğacak olan cinsel birleşme şansını kat kat arttırır.

           Aşk bu süreci, empati ve bağ kurma gibi ikincil duyguları içerisinde barındırarak yapar. Yani aşk, seksin önünü açan ve onu garantileyen bir mekanizma olarak evrimleşmiş olabilir, bu çok muhtemeldir. Ancak bunun yanında her aşkın sonu ,büyük bir çoğunluğu sonunda ona ulaşıyor olsa da, seksle bitecek diye bir kaide yoktur. Benzer şekilde her seks, aşka dair duyguları da beraberinde taşımayabilir.

           Gerçekten de, evrimin "cinsel seçilim mekanizmasının" bir diğer adı "rastgele olmayan çiftleşme"dir. Bu, doğrudan aşka işaret etmek için kullanılmasa da, üremenin rastgele olup olmadığı evrimin yönünü belirleyen önemli bir faktördür.

           Burada anlaşılması gereken bir diğer nokta bulunmaktadır ;kişisel arka plan. İşte burada "kişisel arka plan" olarak tanımladığımız unsur, aşk için bu yüzden önemlidir. Sizin kime aşık olacağınızı, biyolojik ve kültürel arka planınız belirlemektedir. Biyolojik yapınız, yani genetik ve gelişimsel özellikleriniz sizin ilk bakıştaki tercihlerinizi belirlemede rol oynamaktadır. Kültürel özellikleriniz ise, aşık olacağınız kişilerin sizin için sosyal anlamda ne kadar uygun olduğunuzu belirlemenizi sağlayacaktır. Kimi zaman ilk bakışta çok güzel/yakışıklı bulduğumuz kişilerden, onlarla konuştuktan ve sosyokültürel durumunu anladıktan sonra soğuyabiliriz. Tam tersi şekilde, ilk bakışta beğenmediğimiz kimselerle konuştukça, onlara aşk duyduğumuzu fark edebiliriz. İşte beyniniz, tüm bu süreçler olurken, sizin sosyo-biyolojik arka planınız ile söz konusu şahsın arka planı arasındaki uyumluluğa bağlı olarak aşk duygusunu, sizin kontrolünüzden tamamen bağımsız olarak gerçekleştirebilmektedir.

          Kişisel zevklerimizin, genetik ve çevresel birçok unsurdan ötürü birbirinden tamamen farklı olması, aşkın hedeflerinin de tamamen farklı olmasına neden olmaktadır. Bu yüzden kimi zaman çiftleri birbiriyle yakıştıramaz ve birbirlerine layık görmeyiz; ya da tam tersi şekilde birbirlerine uyumlu buluruz. Türümüzün (ve diğer birçok türün) dişileri ve erkekleri, birbirlerini belli özelliklerine göre seçmektedirler ve kendilerine uygun buldukları özelliktekilerle çiftleşmeyi tercih etmektedirler. İşte bu, evrimin cinsel seçilim mekanizmasıdır. Beyin bakımından oldukça gelişmiş bir hayvan türü olarak insanda bu seçilim, sadece fiziksel özelliklere göre değil, daha önce de açıkladığımız gibi arka plan bilgilerimize bağlı olarak da yapılmaktadır.

       Aşkın sinirbilimsel temelleri, bize o sırada neleri, neden hissettiğimize dair çok net veriler sunmaktadır. Öncelikle, aşkın diğer tüm duygular gibi tamamen hormonal bir sürecin sonucunda vücudumuzda oluşan tepkilerin toplamında hissedilen bir duygu olduğunu hatırlayalım. Yani aşkı anlamak istiyorsak, arkasındaki nörokimyasal temelleri anlamamız gerekmektedir. Bilimsel açıdan baktığımızda, aşk duygusuna neden olan temel hormonlar ve kimyasallar olarak karşımıza sinir büyüme faktörü, testosteron, östrojen, dopamin, norepinefrin (noradrenalin), serotonin, oksitosin ve son olarak vazopressin çıkmaktadır. Görülebileceği gibi aşkın bize karmakarışık hisler yaşatmasının nedeni, oldukça karmaşık bir hormonal dengeye dayalı olmasıdır.

       Testosteron özellikle ilk âşık olma anında ve yakın çevresinde etkili bir cinsiyet hormonudur. İlgi duyduğunuz cinsiyete karşı şehvet ve istek duymanıza, bu cinsiyeti arzulamanıza neden olur. Dişilerde az miktarda bulunur ve bu görevleri vardır. Ancak bunun haricinde erkeklerde, aşkın ilk evrelerinde penisin ve testislerin muhtemel bir cinsel birleşmeye hazırlanmasını sağlar. Cinsel dürtü uyandıran bireylere karşı penisin dikleşmesine neden olur.

       Östrojen özellikle ilk âşık olma anında ve yakın çevresinde etkili bir cinsiyet hormonudur. İlgi duyduğunuz cinsiyete karşı şehvet ve istek duymanıza, bu cinsiyeti arzulamanıza neden olur. Erkeklerde az miktarda bulunur ve bu görevleri vardır. Ancak bunun haricinde dişilerde, vajinanın ve döl yatağının olası bir cinsel çiftleşmeye hazırlanmasını sağlar. İlgi duyulan bireye karşı vajinanın ıslanmasına neden olabilir.

       Sinir büyüme faktörü; aşk hormonları arasına göreceli olarak yeni katılan bu kimyasal, özellikle ilk aşık olduğumuz zamanlarda hızla artışa geçmekte, 1 seneden sonra ise kademeli olarak azalmakta ve eski haline dönmektedir. Dolayısıyla bilim insanları, gerçekte aşkın ömrünün 1-2 sene civarında olduğunu düşünmektedirler. Bu da esasen mantıklıdır; zira insanın tek bir bireye takılı kalması, evrimsel çeşitlilik önünde engel arz etmektedir. Ne var ki insanın kültürel yapısı, onu tekeşli bir sosyal yaşantıya itmiştir. Bu sebeple ilk zamanki gibi bir aşk duygusu olmasa bile çiftler hem sosyal sorumluluklar nedeniyle, hem de birbirlerine duydukları bağlılık ve sevgi/saygı ilişkilerinden ötürü onlarca yıl birlikte kalabilmektedir.

       Sinirsel bir iletim kimyasalı olan dopamin, salgılandığı zaman vücutta mutluluk ve huzur hislerini uyandırır. Bireye ek bir enerji ve dikkat katar. Bu sayede, aşık olunan birey üzerine odaklanılır ve ona ulaşılmak için gereken ek enerji ve dikkat sağlanabilir. Bu da, evrimsel açıdan ileri sürülen argümanları desteklemektedir. Ayrıca, aşık olmaktan hoşlanmamızın sebebi, bu güzel duygulardır. Çeşitli uyuşturucu ve sakinleştirici ilaçların yarattığı etkiyle aynı etkiye neden olur.

        Noradrenalin aşık olduğumuzda duyduğumuz strese karşı salgılanan bir hormondur. Stres, birey üzerinde oluşturulan her türlü çevresel baskıdan kaynaklanabilir ve aşk, bu baskılardan sadece biridir. Ancak noradrenalinin salgılanması sebebiyle kalp atışları hızlanır, dudaklar ve ağız kurur, kaslara giden kan artar, mide ve bağırsak kasları gevşer. Bu da yine, olası bir çiftleşmeye hazırlık evresi olarak görülebilir. Ancak daha önemlisi, aşkın tarih boyunca hep kalp ile eşleştirilmesi yanılgısının ana sebebi budur. Noradrenalin nedeniyle, aşık olduğumuzda kalbimiz hızlandığından ve midemizdeki kaslar gevşediğinden, "kalp ile aşık olduğumuzu" ve "karnımızda kelebeklerin uçuştuğunu" hissederiz. Bu, bilimsel olarak hatalıdır. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi "aşık olan tek organ beyindir.”

         Başlıca mutluluk hormonu olan serotonin, aşkın da temel hormonları arasında yer almaktadır. Ancak serotonini aşk açısından özel kılan, bu mutluluk hissinden çok, obsesif-kompulsif davranış bozukluğuna sahip, bir diğer deyişle "takıntılı" insanlarda da bu hormonun aktivitesindeki sorundan kaynaklanan bir açıklamanın bulunuyor olmasıdır. Aşık olduğumuzda, tek bir kişiden başkasını düşünememe sebebimiz, serotonin düzeylerindeki dalgalanmadır. Kısaca aşık olduğumuzda, tıpkı ciddi bir hastalık olan obsesif-kompülsif davranış bozukluğunda olduğu gibi, takıntılı bir hal alırız. Bu da yine, arzulanan hedefe ulaşmak için evrimsel avantaj sağlayan bir hormonal düzenlemedir.

         Sinir büyüme faktörü'nde aşkın ömründen biraz bahsetmiştik ve teknik olarak aşkın bitmesine rağmen çiftlerin genelde uzun yıllar bir arada kalabildiklerini söylemiştik . İşte bu uzun süreler birlikte kalabilmemizi sağlayan, aşkın bir diğer unsuru olarak gösterdiğimiz bağ duygusudur. İşte oksitosin hormonu; bağlılık duygumuzu güçlendirerek eşimizden ayrılmamamızı sağlamaktadır. Oksitosin seviyesinde anormallikler olan bireylerin evliliklerinin de başarısız olduğu düşünülmektedir. Ayrıca oksitosinin ebeveyn-yavru ilişkilerinde de üst düzeylerde salgılanıyor olması, aşkın evrimsel kökenleriyle ilgili argümanlara destek olmaktadır. Bunun haricinde oksitosin, aynı zamanda cinsel orgazm sırasında da doruk düzeyde salgılanmaktadır. Bu da, aşk ile cinsellik arasındaki bağ hakkında fikirler vermektedir.

         Vazopressin de ,tıpkı oksitosin hormonu gibi uzun dönem bağlı kalmayı sağlayan hormonlardan biridir. Ebeveyn-yavru arasında kurulan ve ömür boyu sürmesinin avantajlı olduğu bu bağlar, cinsiyetler arasında da kurulduğunda, toplumsal bir başarı ve istikrar sağlanabileceği düşünülmektedir. Bu sebeple evrimsel süreçte bu tip bir bağlılık duygusunun evrimleştiği düşünülmektedir. Ayrıca vazopressin, seks sonrasında da salgılanmaktadır.

        İşte bu yazımızda; neden âşık oluyoruz, neden önümüze çıkan her kişiden hoşlanmıyor, ya da neden her hoşlandığımız kişiye bağlanmıyoruz sorularının cevaplarını yanıtlamaya çalıştık. Hepinize sevgi dolu, sağlıklı günler dilerim…

Bu makale 21 Ekim 2019 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Uzm. Dr. Emel Karabulut

İlk , orta, lise öğrenimimi Ankara Yükseliş Koleji’nde tamamladım. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1992 yılında mezun oldum. Sağlık Bakanlığına bağlı birçok birimde ve Kamuda kurum doktorluğu yaptım.         1995’de Aile Planlaması ve Rahim İçi Araç Uygulama Sertifikası, 1999’da TC. Sağlık Bakanlığı Aile Planlaması Danışmanlık Belgesi, 1999 ‘da İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Sertifikası, 2001’de Turizm ve Sağlık Eğitimi Sertifikası, 2001’de 1.Basamakta Ruh Sağlığı ve Hastalıklarına Yaklaşım Eğitimi, 2007’de Geriatri Derneği Geriatri Kursu, 2011’de İnsanları Etkileme ve İkna Sanatı Eğitimi, 2015’de Evlilik Terapisi Sertifikası, 2015’de Cinsel Terapi Eğitimi ve Sertifikası, 2015‘de Psikanalitik Psikoterapi Eğitimi ve Sertifikası , 2015’de Aile Danışmanlığı Eğitimi ve Sertifikası, 2017’ de Terapötik kartlar eğitimi, 2018’de Boşanma sür ...

Yazarı sosyal medya'da takip edin
Etiketler
Aşk
Uzm. Dr. Emel Karabulut
Uzm. Dr. Emel Karabulut
Ankara - Psikoterapi
Facebook Twitter Instagram Youtube